Ortadoğu’nun Çoklu Kimliği
Category
İmam Hatip okulunu insani yardım ortamına çevirecek yardımsever öğretmenlere ihtiyacımız var…
(Bu yazı 05.12.2014 yılında Gerçek Hayat dergisinde yayımlanmıştır)
Sahip olduğumuz değerleri yitireceğimizi bile bile o değerlerin kıymetini bihakkın yaşayamamanın acısıyla yüzleşiyoruz. Yitirildiği her gün kıymeti daha fazla anlaşılacak Seyda Molla Bahri, bütün gürültülü söylemlerimiz arasında sessizce aramızdan ayrıldı, Sevgili’sine kavuştu. O, Sevgili’sine kavuşurken biz âlemimizi yitirdik…
Babası, Şeyh Şerif’in yanıbaşında mücadelenin her türlü zorluklarına göğüs geren, kendisi Cumhuriyet tarihinin feleğinden geçerek son on yılların başarılarının fiili duacısı olan cesur hocamızı yitirdik…
En meşakkatli zamanlarda bile tam anlamıyla ilim talebesi olmanın gereklerini yapan, ölümcül hastalıklara rağmen ilim deryasında ömrünün son demlerine kadar emek veren Doğu’nun büyük âlimini yitirdik…
Yılda bir kez tüm çevre köylerin katılımıyla uzun bir yürüyüşün ardından çıktığımız Sultan Qubeysi’de at üstünde beyaz sarığı ve cübbesiyle önde giden heybetli insanımızı yitirdik…
İlim ile irfanı birleştirmiş, zikriyle fikrini harmanlamış, zühdü ve takvayı kuşanmış, elinde kitabı ve tesbihi düşmeyen, uzun secdeleriyle alnında iz kalan şeyhimizi yitirdik…
Tarikat dersi vermek istemediğini bildiğimiz halde bir gün ısrarla dizinin dibine oturmuştuk da en son bizi kırmayıp ders vermiş ve bütün şekilcilikten uzak; “Her nerede olura olsun zikrinizi yapın, cehri ya da hafi farketmez, yürürken ya da arabada farketmez, yeter ki ihmal etmeyin…” diyen mürşidimizi yitirdik…
Bu denli ilmi birikime ve irfani derinliğe rağmen herdem mütevazi tavrıyla, mütebessim edasıyla, çocukların dahi kendisiyle mutlu olduğu huzurumuzu yitirdik…
Medrese eğitimi alırken farklı kitaplar okuduğumuz gizliden kendisine şikayet edilip “Halit …… şucu oldu!” dendiğinde, “İşinize bakın, Halit ….. şucu/bucu olmaz” diyecek kadar talebelerine güvenen büyüğümüzü yitirdik…
Ruşen Çakır kendisiyle röportaj yaptığında İslam Dünyasını bekleyen tehlikelere dikkat çekerken Milli Görüş’te tecessüm etmiş siyasi duruşun ilkesel boyutunu günübirlik siyasi mülahazalardan uzak işaret taşlarıyla sunan öncümüzü yitirdik…
Bir süre önce hastanedeyken ziyaret ettiğimizde, acılarına rağmen zikriyle ibadetiyle meşgul olan, herkesimden insanın sevip saygı duyduğu kanaat önderimizi yitirdik…
Doksanını aşmış, Şeyh Said’den Bediuzzaman’a, Şeyh Haydar Baba’dan Erbakan Hoca’ya bir asra tanıklık etmiş, Ğedmem’den Züweyr’e, Sarıcan’dan Yeğ’e bir coğrafyanın ilim ve irfan tarihine damgasını vurmuş, sadaka-i cariyesi olan talebeleriyle ve sevenleriyle günümüze iz bırakmış, alimliğini ve şeyhliğini bütünleştirmiş, siyasi ve sosyal hayata bütüncül bakabilmiş ve sorunların çözümüne öncülük yapmış çok kıymetli Seyda Molla Bahri’yi yitirdik…
Âlim’in ölümü âlemin ölümüdür…
Âlemimizi yitirdik…
Okumaya devam et(Bu yazı 22.01.2014 tarihinde 212haber Gazetesi’nde yayımlanmıştır)
Okumaya devam etKırgızistan’da geçen yılın Nisan ayında devrim yaşandıktan kısa bir süre sonra (etnik temelli) iç karışıklıklar çıkmış ve Haziran ayında Oş-Celalabad şehirlerinde kimilerine göre yüzlerle, kimilerine göre binlerle ifade edilen ölümler gerçekleşmişti…
Oş ve Celalabad şehrine birkaç yıl önce ilk gidişimde miniminnacık bir pırpırla ulaşmıştık şehre ve bindiğimiz uçağı “uçan dolmuş” diye adlandırmıştık. Dolmuştan tek farkı seyahat halindeyken yolcu alamamasıydı…
Sınır şehirlerinin farklı karakterleri vardır ve her sınır şehrinin yaklaşık olarak yaşadığı kaderi Oş ve Celalabad şehirleri de yaşamaktaydı; ticari, kültürel, siyasi geçişkenlikler…
Ve yine hemen her sınır şehrinin yaşadığı önemli bir durum da, özellikle ulusçuluk sonrası daha da belirginleşen etnik karmaşıklık ve karışıklıktı…
Etnik yapıları doğal olmayan biçimde bölen “dayatılmış/çizilmiş” sınırlar, toplumların üzerinde fırsatçı imkanlar oluşturmakta ve yeri-zamanı geldiğinde acımasızca kullanılmaktadır…
Putin’in fikir babalarından ve Avrasyacı ekolün teorisyenlerinden olan Alexander Dugin; Özbekistan ile Kazakistan arasında Çimkent’i, Kırgızistan ve Özbekistan arasında Oş ve Celalabad’ı, Özbekistan ile Tacikistan arasında Hojand’i ve Tursunzade’yi, hatta Buhara ve Semerkand’ı böyle kritik sınır şehirlerinden sayar ve Orta Asya’ya dönük Rus jeopolitiğini de büyük ölçüde buna göre temellendirir. Dugin’e göre bu ülkeleri kontrol etmek için, bahsi geçen sınır şehirlerinde etnik karmaşıklıktan istifade etmek ve ihtiyaç halinde sınır şehirlerinin hangi etnik kimliğe ait olduğu tartışmalarını alevlendirmek gerekecektir…
Amerika üslerinin de bahane edildiği Kırgızistan’daki Nisan devrimini Rusya mı yoksa ABD mi yaptırdı tartışmasından (ki hala ABD savaş uçakları Bişkek havaalanında karşılar sizi, Afganistan’ı bombalamış olmanın gururuyla) öte, fillerin savaşında en büyük acıyı sınır şehirleri yaşamaktadır…
Bişkek’te elden ele dolaşan Oş-Celalabad katliamlarının görüntülerini izlemeye yürek dayanmaz. Bu şehirlerdeki çatışmalar Özbek-Kırgız etnik çatışmasına dönüştü, pastayı ise filler yedi ve yemeye devam ediyor…
Yıllarca aynı şehri, aynı mahalleyi kurmuş ve yaşamış iki millet, bir anda aklını yitirmiş saldırganlara dönüşebildi…
Yıllarca komşuluk yapmış, acıyı ve sevinci paylaşmış insanlardan oluşan bir mahallenin bütünüyle yakılmasını anlatmak zordur!
Aynı pazarda, aynı tarladan gelen ürünleri her gün beraberce satıp eve ekmek götüren insanlardan oluşan bir pazarın kara dumanlarla boyanmasını anlatmak çok zordur!
Doğumunda ve ölümünde beraber törenler düzenlenen çocukların ve yaşlıların hunharca katledilmesini anlayabilmek çok ama çok zordur!
Acının ve yangının izini hala bütün çıplaklığıyla görürsünüz Oş’ta, Celalabad’da…
(Bu yazı 29.05.2011 tarihinde Timetürk’te yayımlanmıştır)
Okumaya devam et